Genel Sağlık
Sahte güneş gözlükleri kör edebilirSahte güneş gözlükleri göz sağlığını tehdit ediyor. En çok sokaklarda tezgahlarda satılan sahte güneş gözlükleri, bugün artık büyük marketlerin gözlük reyonlarında da satılıyor.
Güneşin zararlı ışınlarının katarakt, göz kuruluğu gibi birçok hastalığa yol açtığını vurgulayan Muğla Devlet Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Dr. Süleyman Dostel, “Yazın hastanemize göz yanması ve kaşınması şikayetlerinden günde 60 kişi başvuruyor. Bu şikayetlerden bazıları yanlış gözlük kullanımı ve gözlük kullanılmamasından kaynaklanıyor. Güneş ışınlarından korunmak için güneş gözlüğü mutlaka takılmalı. Ancak piyasada bulunankalitesiz güneş gözlükleri göz sağlığına kalıcı zararlar verebiliyor. Gözler ultraviyole ışınlardan gerçek güneş gözlükleri ile korunmalı. Herkesin güneş gözlüğü takmasını tavsiye ediyorum” dedi.
Dr. Dostel, sahte güneş gözlüklerinin renginden dolayı gözbebeğinin fazla büyümesine neden olduğunu, kalitesiz camın ultraviyole ışınları kesemediği için gözün odak noktasına ışınların daha fazla geldiğini, bunun da gözde kalıcı zararlara, hatta körlüğe bile neden olabildiğini söyledi.
Çoğu Uzakdoğu menşeili güneş gözlüklerinin hangi şartlarda üretildiğinin bilinmediğini belirten gözlük uzmanı Ömer Özevin ise “Avrupa ülkelerinde büyük hipermarketler, tren garları, havaalanlarında sahte güneş gözlüğü satan reyonlar var” diye konuştu.
İşportada satılan güneş gözlüklerinin renk geçirgenliklerinin farklı olduğuna dikkat çeken Özevin, “Sahte gözlüklerle trafik ışıklarını kendi renklerinde göremeyiz. Kırmızı ve yeşili algılamakta zorlanırız. Sahte gözlükler trafik kazalarına da yol açıyor. Kesinlikle kullanılmamalı.Güneş gözlüğü alınacaksa gözlükçüden alınmalı” dedi.
Cavit AKGÜN/DHA Teşekkür Ediyoruz.
Bitkilerle Tedavi (Fitoterapi)
Hazırlayanlar : Dr. Kerem Gün, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı
Prof. Dr. M. Zeki Karagülle, İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji Anabilim Dalı Başkanı
Bitkileri kullanarak hastaları tedavi etmek yaklaşımı şeklinde açıklanabilen “fitoterapi” teriminin ilk kez, 1870-1953 yılları arasında yaşamış Fransız hekimi Henri Leclerc tarafından La Presse Medical adlı dergide kullanıldığı iddia edilmiştir. Oysa, bu tarihten çok önceleri, her ne ad altında olursa olsun, bitkilerin sağlığı korumak veya geri kazanmak için tarihin her döneminde, her toplum tarafından kullanıldığını görmekteyiz.
Bu konuda ilk yazılı belge olan M.Ö.3000 yıllarına ait Ninova Tabletleri, Mezapotamya' da kurulan Sümer, Akat, Asur medeniyetlerinde bitkisel ve hayvansal ilaçlarla tedavilerin mevcut olduğunu kanıtlamaktadır. M.Ö. 2500 yıllarında Çin Tıbbıyla paralel bir gelişme içinde olan Hint Tıbbının önemli temsilcilerinden, günümüzde halen geçerliliğini sürdüren bir tıp akımına (Ayurveda Tıbbı) isim veren, Rig Veda, eserlerinde 1000'e yakın şifalı bitkiden bahsetmiştir. M.Ö. 1500 yıllarına ait Eber Papiruslarında Mısırdaki bitkisel tedaviler ve mumyalama teknikleri anlatılmış, o günlerde yaygın olan amipli dizanteriye (kanlı ishal) karşı koruyucu olduğuna inanılan soğan ve sarımsağın, günlük yemeklerinde yeterli miktarda olmaması nedeniyle piramit inşasında görev alan işçilerin çalışmayı reddettiklerinden bahsedilmiştir. Yunan Tıbbının önemli isimlerinden Eskulap ve modern tıbbın temeli olarak kabul edilen Hipokrat kitaplarında 400'e yakın bitkisel ilacı anlatmıştır. Bizans döneminde Diascorides 'İlaçlar Bilgisi' adlı kitabı yazmış, bu kitapta Anadolu ve Doğu Ülkelerinin tıbbi bitkileri hakkında bilgilere yer vermiştir. İslam Uygarlığı döneminde, 200'e yakın şifalı bitkiden bahseden, bir kopyası Orhan Gazi Kütüphanesinde bulunan Kitab-al Saydalafi al Tıp adlı kitabın yazarı Ebu Reyhan, 1650' li yıllara kadar referans kitap olarak kabul edilen 800 hayvansal ve bitkisel tedaviden bahseden 'Tıp Kanunu' adlı eseri yazan İbn-i Sina (Avicenna) ve Al Gafini bitkisel tıp konusunda önemli eserlere imza atmışlardır. 16. yüzyıldan sonra Avrupa'da John Gerard, John Parkinson ve Nicholas Culpeper gibi hekimler/eczacılar da bitkilerle tedaviler üstünde çalışmışlardır.
Aynı dönemde (günümüzde hala bazı kesimlerde destek bulan) The Doctrine of Signature (işaret doktirini) teorisi ortaya atılmıştır . Bu teoriye göre bitkinin şekli ve rengi, tıbbi etkilere işaret etmekteydi. Örneğin kalbe benzeyen bir bitki kalp hastalıklarında, kırmızı renkli bir diğeri kan hastalıklarında kullanılmaktaydı.
19-20 yüzyıllarda kimya ve biyokimya bilimlerindeki gelişmeler ilaç sanayisine büyük bir ivme kazandırmış, bu sayede etkinlik, zararsızlık ve kalite prensipleri benimsenerek analitik, toksikolojik, farmakolojik ve klinik çalışmalar sonucu, laboratuarlarda tıbbın ihtiyaçlarına cevap veren pek çok ilaç geliştirilmiştir. Yine de, özellikle geçtiğimiz yüzyılda üretilebilen ilaçların birçoğu ancak bitkisel kökenli olabilmiştir. Örneğin söğüt kabuğundan üretilen asprin, yüksükotundan elde edilen digoksin, kınakına bitkisinden çıkarılan kinin, haşhaştan elde edilen morfin gibi. Günümüzde ise mevcut ilaçların 1/4' i bitkisel kökenlidir ve bunların bir çoğunda bitkiden elde edilmek istenen etken madde, laboratuar ortamında kopya edilmektedir.
Son yıllarda sentetik ilaçlarla meydana gelebilen ciddi yan etkilerin yol açtığı medikal ve ekonomik sorunlar, “yaratıcıları” arasında uluslar arası ilaç sanayiinin de yer aldığı, endüstrileşmiş ülkelerdeki çevre kirliliğinin güçlendirdiği ekolojik yaklaşımlar ve hareketler, küratif tedavileri henüz mümkün olmayan bir çok kronik hastalığın oluşturduğu tehdit ve doğallığın her zaman etkili ve yan etkiden arınmış olduğu düşüncesi gibi bir çok faktöre bağlı olarak bitkisel tedavi tekrar popüler hale gelmiştir. 1997 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nde bitkisel ilaçların satışının bir önceki yıla göre %59 'luk bir artış göstermiş olması , hastaların %3-5’lik bir bölümünün temel tedavi olarak sadece bitkisel tedavi alıyor olması, bu tedaviler için yalnız Amerika’da yılda 3,24 milyar dolar, İngiltere'de 40 milyon sterlin harcanması, Dünya Sağlık Örgütü’nün insanların %80'inin doğal tedaviye inandığını açıklaması bu popülaritenin iyi bir göstergesidir. Halen bitkisel ilaçlara gönül veren bir çok hasta bitkisel ilacını, aktardan aldığı bitkiden veya bitki parçalarından kendi mutfağında hazırlar ve genelde doktora veya diğer bir uzmana danışmadan kullanır. Diğer yandan, sentetik ilaç üretimi kalitesinde ve standartlar temelinde bitkisel ilaç üreten firmaların sayısı da giderek artmaktadır.
Herbalistler (bitkisel tedavi uzmanları) bitki tedavisinde, sadece etken maddenin izole edilip verilmesini amaçlayan tedavinin aksine, maksimum etkinin bir bütünsellik içinde ortaya çıktığını, bitkinin tüm bileşenlerinin olumlu etki üzerinde bir payı olduğunu savunurlar. Onlara göre saflaştırılmamış bitkinin kullanımı, bitkiyi oluşturan maddelerin birbirini nötralize etmesi sebebiyle yan etki olasılığını azaltmaktadır.
Ancak, unutulmamalıdır ki, doğal olan her zaman güvenli olan demek değildir. Pek çok bitki yüksek derecede toksiktir ve diğer komplemanter tedavi yöntemleri içinde fitoterapi yan etki ve toksisite yönünden çok daha fazla risk taşır. Yapılan bir araştırmada, Kuzey Amerika’da bitkilerden zehirlenenlerin sayısının hayvanlar tarafından yaralananlardan daha çok olduğu ortaya konmuştur. Literatürde ise kullanılan şifalı bitkilerin bir kısmının hepatotoksik (karaciğere toksik) olduğunu kanıtlayan çeşitli çalışmalar ve zaman zaman ölümcül olduğunu gösteren vaka sunumları bulmak mümkündür. Bu tür bir tedavinin direkt toksik etkisinden başka, hastanın kullandığı diğer konvensiyonel ilaçlarla tehlikeli boyutlarda etkileştiği bilinmektedir. Tabloda bu etkileşimlerden en iyi bilinenler gösterilmiştir.
Çeşitli kuruluşlar bu denli toksik olabilen ve bir o kadar da rağbet gören şifalı bitkilere belli standartlar getirmeye ve fitoterapiyi bir “ototerapi” (kendi kendine tedavi) olma şeklinden çıkarmaya çalışmışlardır. Bu tür girişimlerin en çok yapıldığı ülke İngiltere’dir. Exeter Üniversitesi ve Ulusal Medikal Herbalist Enstitüsü, uygulayıcılar tarafından bildirilen yan etkilerin kaydedildiği bir veri bankası olan ‘yeşil kart’ sistemini oluşturmak için çaba sarfetmektedir. Yine aynı enstitü ve diğer bazı merkezler patoloji, biyokimya, farmakoloji, farmakognozi, fizyoloji, botanik, beslenme, klinik tanı ve diğer komplemanter tedavi yöntemlerini kapsayan 4 senelik bir kurs düzenlemekte ve mezunlarına tüm ülkede geçerli herbalist diploması vermektedir. Benzer çalışmalar Amerika ve diğer bazı Avrupa ülkelerinde de yapılmaktadır.
Peki bu kadar çabanın amacı nedir? Amerika'da Ulusal Kanser Enstitüsü tarafından, kanserde etkili tedaviyi bulmak için yapılan araştırmalarda son 10 yılda incelenen 53.000 maddenin 37.500' ünün bitki (36.000 tanesi kara, 1500 tanesi deniz bitkisi) olması, 1983-1993 yılları arasında tanımlanan ilaçların %40' nın bitkilerden köken alması ve bunların Amerika'da reçete edilen ilaçların %50' sini oluşturması, Almanya'da 7. en çok satan reçeteli ilacın lisanslı Hypericum Perforatum (Sarı Kantaron) preparatı olması tıp çevrelerinin, her ne kadar fitoterapiyi alternatif tıp metotları içinde kabul etseler de, bitkisel 'şifaya' inandıklarını göstermektedir.
Sonuçta, bir tarafta tüm temellerini bilimselliğe oturtmuş günümüz tıbbı, diğer tarafta bilimsellikten/kaliteden uzak kaynaklara dayanılarak, uzman kontrolü olmadan başlanan, standartları belirlenmemiş ilaçlarla yapılan tedavileri bünyesinde bulunduran fitoterapi. Bu manzarada, ikisi arasında çizilmiş hassas sınırı da yadırgamamak gerekir.
Son yıllarda bu durumu değiştirmek için, uluslararası kabul görmüş dergilerde de yayınlanan, bitkilerin etkinliğini kesin olarak ortaya koyan bazı bilimsel çalışmalar yapılmıştır:
Bu çalışmalara rağmen fitoterapi hala güvenliği ve etkinliği tam olarak kanıtlanamamış bir tedavi yöntemidir. Bu yüzden bir bitkisel ilacı reçete ederken veya insanları bu konuda bilgilendirirken basit ancak önemli birkaç kuralı unutmamak gerekir :
- Bitkisel tedaviyi ciddi hastalıklarda kullanmayın
- Gebeyseniz veya gebe kalmayı düşünüyorsanız bitkilerden uzak durun
- Bebek emziriyorsanız bitkisel ilaç almayın
- Bebeğinize bu tür ilaçları kesinlikle vermeyin
- Alkol alıyorsanız veya geçirilmiş bir sarılık öykünüz varsa,doktorunuza danışmadan bitkisel tedavilere yaklaşmayın
- Bitkileri güvenilir yerlerden alın
- Etiketsiz veya etiketinde içerdiği maddeler belirtilmemiş bitki paketleri almayın
- Etiketinde ne yazarsa yazsın doğruluğuna %100 inanmayın: Paket listelenmemiş yabancı maddeler içerebilir ve belirtilen maddelerin konsantrasyonları farklılık gösterebilir.
- Hiçbir preparatı uzun süre, düzenli bir şekilde kullanmayın
- Başka bir ilaç kullanıyorsanız doktora başvurmadan bitkisel ilaca başlamayın
Sonuç olarak bitkiler bahçemizi süsler, soframıza renk, hayatımıza ilginçlik ve estetik bir tat katar, kimisi iyi bilinir, kimisi ekzotiktir. Bir kısmı terapötik olabilir ama hepsinin toksik olma riski vardır.